Ana içeriğe atla

Ocak Ayı Filmleri

 Her ay en az dört film izlemeye karar vermiştim kendi kendime. Ocak ayının filmlerini izlemenin gururunu yaşıyorum. Çünkü çok fazla film ya da dizi izleyebilen biri değilim. Bu konuda kendimi biraz zorluyorum. Film ya da diziye ihtiyaç duymadığım için anca zorlama ile bir şeyler izliyorum.  O zaman lafı daha fazla uzatmadan izlediğim filmlere ve onlar hakkındaki görüşlerime geçelim.

1- Detachment

2011 yapımı olan ve Oscar ödüllü oyuncu Adrien Brody'in başrolünü oynadığı film bir yedek öğretmenin kişisel hayatı ile okuldaki öğrenciler ve diğer öğretmenlerle ilişkisini merkeze alan bir film idi. Filmin ana hikayesi dışında oldukça fazla yan hikayeleri bulunmakta. Filmin yan hikayelerinde ırkçılık vs. gibi kavramların işlendiğini onlar üzerinden filmin diğer karakterlerinin sorunlarının anlatıldığı biraz sıkıcı biraz ilgi çekici sahneler bulunmaktaydı. Sıkıcı olmasının sebebi filmin ana hikayesine hiçbir etkisinin olmaması, ilgi çekici olmasının sebebi ise farklı hayatların farklı sorunlarını bizlere iyi aktardığını düşündüğümden dolayıdır.

Detachment filminin IMDB puanı 7.7 olarak puanlanmış. Benim Detachment filmine puanım ise 10 üzerinden 9 çünkü bir öğretmenin halet-i ruhiyesini çok iyi aktardığını düşünüyorum. Film Amerika'da geçtiğinden dolayı, oldukça fazla argo ve cinsellik bulundurmakta. Fakat Adrien Brody'in oldukça etkileyici oyunculuğu hikayedeki o olumsuz sahnelerin gölgelenmesine sebep oldu. 

Adrien Brody merkezli bir film olmasına rağmen diğer oyuncularında oldukça başarılı performansları vardı. Şahsen ben oyunculuklara hayran kaldım. Bu filmi izlememe vesile olanlara buradan teşekkürü borç bilirim.

2019 yapımı olan başrollerinde Mel Gibson ve Sean Penn'in oynadıkları The Professor And The Madman(Deli ve Dahi) filmi kaba tabirle 1800lü yılarının sonunda hazırlanmaya başlayan Oxford sözlüğünün yapım aşamasını anlatmaktadır. 
Üniversite mezunu olmayan bir profesör ile Amerika'dan kaçan bir deli savaş doktorunun bir sözlüğü nasıl meydana getirdiğini anlatmasını beklediğim film hiç beklediğim gibi gitmedi fakat filmin akıcı ve ilgi uyandırıcı bir hikayesi bulunuyor. Özellikle Deli karakter olan Dr. William Chester Minor'ın başından geçen olaylar filmin ana noktasını sözlükten kendi üstüne çekmiş gibi duruyor. Belki de filmin ana hikayesi Oxford sözlüğü iken Dr. William'ın hayatını daha ilgi çekici buldukları için film onun yaşadıklarına odaklanmış olabilir. Fakat burada bir parantez açmak gerektiğini düşünüyorum. Dr. William'ı oynayan Oscar Ödüllü Sean Penn'in oyunculuğuna hayran kaldım. Profesör rolünü oynayan Mel Gibson ise biraz sönük kalmış. Belki bu sönük kalmanın sebebi Sean Penn'in aşırı iyi oynamasıdır. Belki senaryo gereği çekinik bir karakter idi, bilemiyorum. Fakat Mel Gibson'ın bu kadar sönük kalması filmin akıcılığını biraz zedeledi gözümde. Oyunculardan söz etmişken filmin iki kadın karakterinden biri olan Eliza Merrett'i canlandıran Natalie Dormer'ın oyunculuğu da gerçekten etkileyici düzeydeydi.
Deli ve Dahi filmine 10 üzerinden 8 veriyorum. IMDB puanı ise 7.3 olarak belirlenmiş. Benim 8 vermemin sebebi ise Sean Penn ve Natalie Dormer'ın oyunculuklarının yanında 1800lerin sonunda İngiltere'de bulunan bir üniversitenin derdinin sözlük olması ve derdi çok güzel yansıtmalarıdır. 2 puanı kırdığım yer ise Mel Gibson'ın sönüklüğü ve sözlük üzerinden dönen saçma entrikalar idi. 

2014 yılında Avusturya yapımı olan Sarajevo (Saraybosna) I. Dünya Savaşı'nın fitilinin ateşlendiği olay olan Avusturya-Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand'ın öldürülmesini ve o cinayeti çözmekle sorumlu olan memurun düştüğü durumu anlatmaktadır. 
Cinayeti çözmekte sorumlu olan memuru canlandıran Florian Teichtmeister'ın oyunculuğunu çok beğendiğimi söylemek isterim. Genel olarak oyunculuklarının iyi olduğunu düşünüyorum fakat Florian Bey gerçekten diğer oyunculara göre daha iyiydi. 
Franz Ferdinand'ın Saraybosna ziyaretinin ne durumda gerçekleştiğini ve onun katledilmesinin sonuçlarının neler olduğunu açıkça görebileceğiniz bir film konumunda Sarajevo lakin filmin eksik noktaları da yok değil. Mesela film çok Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından olaya yaklaşmış. O dönemde Avusturya-Macaristan'ın rakibi olan Sırbistan tarafından da olay anlatılarak derinlik ve farklı perspektif kazandırılabilirmiş. Bunun yanında film Franz Ferdinand'ın cinayetinin çözülmesi odaklı giderken bir taraftan da Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun görevlilere nasıl baskı yaptığını ve farklı milletlere ait olmanın orada da bir baskı yarattığını görmek mümkün. Bu yönden film ekibini takdir etmek doğru olacaktır zannımca çünkü Avusturyalılar filmlerini çekerken kendi ülkelerinin kötü yönlerini görmezden gelmemişler. 
Film yaklaşık 1.30 saat ve yan hikayelerle farklı tatlar eklenmeye çalışılmış. Bu yan hikayelerin bazıları ana hikayenin eksik tarafını tamamlarken bazıları da tamamen alakasız bir şekilde yerleştirilmiş. IMDB puanı 6.7 olan bu filme benim ise yukarıda saydığım olumlu ve olumsuz özelliklerden dolayı 7 oldu.

Gelelim ocak ayının son filmi olan Elizabeth: Thr Golden Age filmine. 
Film I. Elizabeth dönemi İngiltere'yi değil I. Elizabeth'in kendisi anlatıyor. I. Elizabeth'in tahta geçişinden nasıl ruh hallerine düştüğü çok güzel şekilde aktarılmış. Kendisi kraliçe olduğu için istediği şeyleri yapamamasını farklı yollardan tatmin etmeye çalışması bana çok ilginç gelmişti. Bu ilginçliğin yanında I. Elizabeth'in yeri geldi mi çok da sert olabildiğini öğrendim. I. Elizabeth döneminde İspanya Kralı olan II. Philip'in İngiltere seferinin hangi şartlar altında nasıl gerçekleştiğini görsel olarak görmek güzel bir deneyim oldu. 
O dönemin dini inanışlarının da etkin bir şekilde gösterildiği filmde gözüme takılan farklı noktalar olmadı da değil. Bu bahsedilen savaştan önce I. Elizabeth mutlak hakim konumunda değilken bu savaştan sonra mutlak hakim konumuna gelmesi bana bizim tarihimizde birçok farklı yerde ve tarihte olan benzer olayları aklıma getirdi. 
Neyse filme geri dönersek Elizabeth: The Golden Age filminin IMDB puanı 6.8 olarak verilmiş. Ben ise bu filme 6 puan veriyorum. Kıyafetler, dekorlar, yapılar filan hepsinin zamana uygun olması bir mükemmel fakat film Elizabeth'e o kadar odaklanmış ki dönemin İngiltere'sinin nasıl olduğuna dair bir fikir vermemesi çok sıkıntılı bir durum bence. Eğer filmin ismi altın çağ diyorsa o ülkenin genel durumunu ve görünümünü de anlatmaları lazımdı. Yok hayır altın çağ dönemi II. Philip'le olan savaştan sonra başlıyorsa neden filmin isminde altın çağ var. Bence film ismi seyircilerde yanlış beklentiler doğurmuş. Çünkü film Elizabeth'in tahta yeni geçtiği dönemlerden II. Philip ile yapılan savaş sonrasına kadar aktarılmış. 
Bu filme bir parantez açmak istiyorum o da filmde denizci bir komutan rolünü canlandıran Clive Owen. Gerçekten oyunculuğu filme farklı bir tat katmış. Fakat Elizabeth'i canlandıran Cate Blanchett'in oyunculuğunu çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. 
Ocak ayının filmleri bunlardı. Siz bunlardan birini izlediyseniz yorumlarınızı bekliyorum. Yok izlemediyseniz ve izlemek istediyseniz lütfen bunu yorumlarda bana belirtin. Bir de tarih merkezli film tavsiyeleriniz varsa lütfen benimle paylaşmayı unutmayın.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

40. Yazıya Özel Eski Türklerde Sayı Anlamlarının Çıkış Noktaları (3,7,40)

Eski Türklerin dini neydi? İlk bu soru ile başlamak gerekiyor sanırım. Eski Türklerin dini bazı araştırıcılara göre “Gök-Tengri” dini, bazılarına göre ise “Şamanizm” idi. Eski Türklerin yaşadığı coğrafya düşünüldüğünde Şamanist dinlerin yaşadıklarını görebiliriz fakat bu Türklerin Şamanist dinlere mensup olduğunu ispatlamakta yetersiz kalmaktadır. Nerdeyse Şamanizm’in yayıldığı topraklar ile Türklerin toprakları örtüşmektedir. Bu da doğal olarak Türklerin, Şamanizm olarak adlandırılan dine mensup oldukları iddiasını ortaya çıkarmıştır. Fakat İslam öncesi kaynakları incelediğinde Şamanizm dininin tamamının Türklerde görünmediği anlaşılır. Yukarıda da dediğim gibi nerdeyse aynı coğrafyada yaşadıkları için Şamanizm dini ile etkileşmişlerdir. Türklerin “Gök-Tengri” olarak adlandırılan dine inandığının ise birçok kanıtı bulunmaktadır. Göktürk kitabeleri, yaşadıkları çevredeki yüksek mevkilere ibadet anıtları dikmeleri bunlardan bazılarıdır. “Şamanizm inancının doktrine göre; bir din olara...

Son Zamanlarda İzlediğim Filmler

Bu yazıyla beraber ara ara izlediğim filmlerle ilgili görüşlerimi yazacağım ve onlara 1 ile 5 arasında bir puan vereceğim.  1- Good Will Hunting Psikolojik gerilimlerin bolca yer bulduğu bir filmdi. Aslında ilk başlarda pek bir anlam veremedim. Arkadaşımla tartıştıktan sonra daha iyi anladım. Filmi izlememin sebebi ise Robin Williams. Her ne kadar ismini zor aklımda tutsam da oyunculuğunu çok aşırı sevdiğim biri.  Bu filmde de oyunculuğunu konuşturmuş ki e n iyi yardımcı oyuncu oscarını almış bu filmle.  Ben bu filme 5 üzerinden 4 veriyorum. Çünkü Robin Williams. Herkesin aksine filmin hikayesini biraz sıkıntılı buldum. Yani en azından benim için öyleydi çünkü anlatmak istediğini verebildiği düşüncesinde değilim.  2- Masumiyet Zeki Demirkubuz'un kültleşmiş filmlerinden biri olduğu söylenmesi üzerine hadi izleyeyim dediğim bir filmdi. Yeşilçam filmlerine benzettiğim filmin bence en güzel tarafı oyunculuklar idi. Özellikle Haluk Bilginer ve Güven Kıraç'ın o...

Bana, Orhan Veli'ye ve İstanbul'a Dair-2

Şu gürültülü ve karınca misali sürekli hareket halinde olan İstanbul’u bir adım geriden izlediğimiz zamanlarda hangi birimizin aklına onun “İstanbul’u Dinliyorum” şiirindeki mısraları gelmiyor ki. Ne güzel demiş Orhan Veli şiirinde: “… İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı; Serin serin Kapalıçarşı Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa Güvercin dolu avlular Çekiç sesleri geliyor doklardan Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları; İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı; Başımda eski alemlerin sarhoşluğu Loş kayıkhaneleriyle bir yalı; Dinmiş lodosların uğultusu içinde İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı…”  Her bir adım geri çekilip gerçek İstanbul’la baş başa kaldığım da bu şiirler yüzleşirim. Bu   yüzleşmelerime kulaklığımda Fazıl Say ve Seranad Bağcan’ın şarkılarından olan ve Orhan Veli’nin “İstanbul’u Dinliyorum” şiiri kullanılarak bestelenen “İstanbul’u Dinliyorum” şarkısı şahit olurdu. Bu yüzleşmeler bazen çok zevk verirdi. Oturur ve...