Ana içeriğe atla

Türk Ad Verme Gelenekleri



Eski Türklerde ad verme geleneği biraz günümüzden değişiktir. Doğan çocuğa çevrede yaşayan hayvanların, akan nehirlerin, sürekli büyüme gayretinde oldukları yerleşim birimini isimlerini vermişlerdir. Dini inançları gereği inandıkları kötü ruhlardan korunmak amaçlı isimler verdikleri de bilinmektedir. Şöyle bir gelenekte vardır bir ailenin daha önceki çocukları ölmüş ise yeni doğan çocuklara “Duran, Dursun vb.” isimler vermişlerdir. Böylelikle yeni doğan çocuğun erken vefat etmeyeceğine inanmak istemişlerdir. Bazı araştırıcılara göre Eski Türk devrinde isim verme geleneği doğar doğmaz yapılmazdı. Doğan çocuğun bir kahramanlık yapması beklenirdi. Bunun en belirgin örneği ise Alp Er Tunga destanında anlatılan kahramanımız Alp Er Tunga’dır. Destanı hatırlayacak olursak Alp Er Tunga henüz çocuk yaşlarda (7-9) ormana gitmiş ve şu ana kadar öldürülmemiş olan Tunga kaplanını öldürmüştür. Sonra Tunga postuyla evine döndüğünde ona şaman tarafından Alp Er Tunga adı vermiştir. Şamanlar sadece dini karakter değillerdir. Şamanlar bilgili insanlar oldukları için yol gösterici kimlikleri de vardır. Eski Türk devriyle ilgili yazılı kaynaklar kıt ve siyasi tarih odaklı olduğu için bu tip ayrıntılar pek bulunamamaktadır. Fakat Eski Türk devrinde verilen isimler günümüze kadar ulaşmıştır. Bu isimler tamamen Türkçe isimlerdir. İslamiyet’i kabul ile Türk ad verme gelenekleri tabii bir şekilde değişmiştir. Artık Türkçe isimler yanına Arapça isimlerde eklenmeye başlamıştır. İlk Türk İslam Devletleri olan Gazneli ve Karahanlı devletleri kaynaklarında sıkça karşılaşılmıştır. Mesela “Harun Kılıç Buğra Han ya da Süleyman Arslan” gibi isimler görülmeye başlamıştır. Burada Gaznelilere ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Gaznelilerle beraber Türkler Fars topraklarına girmiş ve etkilenmeye başlamıştır. Bu etkileşim de doğal olarak ad verme geleneklerinde değişiklik yapmıştır. Tahmin edebileceğiniz gibi bu sefer isimlere Farsça isimler eklenmiştir(Behram-şah vb.). Büyük Selçuklu devrinde ise Gazneli ve Karahanlı devirlerinde oluşan ad verme gelenekleri devam etmiştir. Anadolu Selçuklu devrine geldiğimizde bir şeylerin değiştiğini görmekteyiz. Fars etkisi o kadar işlemiştir ki Türkler eski İran mitolojisinden isimler vermeye başlamışlardır. Çoğunlukla bu isimler Arapça olan İslami isimlerle birleşmiştir(Alaeddin Keykubad vb.) Aynı dönemde bozkır ortamında yaşamaya devam eden Harezmşahlar da Türkçe isimler korunmuştur. Bunun sebebi bozkır şartları dolayısıyla yaşayanların dış etkilere daha kapalı olmasıdır. Osmanlı zamanında geldiğimizde başlangıçta Türkmen kitlerin ön planda olmasından kaynaklı Türkçe görülmektedir(Ertuğrul, Gündüz, Dündar vb.). Sonraları ise adlar daha çok Arapça isimlere kaymıştır. Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile Türk ad verme gelenekleri tekrardan bir değişime uğramıştır. Avrupa’ya yönelmenin olduğu bu devirde Avrupa’dan ithal edilen isimler kullanılmıştır. Aynı zamanda eski Türkçe isimler tekrar gün yüzüne çıkarılmış ve yeni Türkçe isimler de türetilmiştir.
Sonuç olarak Türk ad verme geleneklerinin öyle gelişigüzel olduğu kanısı yanlıştır. Her millet gibi Türk milleti de çeşitli etkileşimler sonucu kendilerinden bir şeyler bırakmıştır. Biraz tarihe baktığınız takdirde herhangi bir milletin tarihsel süreç içinde nelerden vazgeçtiğini ve nelerden vazgeçmediğini çok net görebilirsiniz. Türkler din değiştirmeler hasebiyle etkilendikleri Arap kültürünün ve yaşam alanını değiştirmesiyle de Fars kültürünün yoğun etkisi altında kalmıştır. Bu da doğal olarak birçok alan gibi isimlerde de değişime yol açmıştır.  

KAYNAKÇA
Osman Gazi Özgüdenli Türk Ad Verme Geleneklerine Kısa Bir Bakış

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

40. Yazıya Özel Eski Türklerde Sayı Anlamlarının Çıkış Noktaları (3,7,40)

Eski Türklerin dini neydi? İlk bu soru ile başlamak gerekiyor sanırım. Eski Türklerin dini bazı araştırıcılara göre “Gök-Tengri” dini, bazılarına göre ise “Şamanizm” idi. Eski Türklerin yaşadığı coğrafya düşünüldüğünde Şamanist dinlerin yaşadıklarını görebiliriz fakat bu Türklerin Şamanist dinlere mensup olduğunu ispatlamakta yetersiz kalmaktadır. Nerdeyse Şamanizm’in yayıldığı topraklar ile Türklerin toprakları örtüşmektedir. Bu da doğal olarak Türklerin, Şamanizm olarak adlandırılan dine mensup oldukları iddiasını ortaya çıkarmıştır. Fakat İslam öncesi kaynakları incelediğinde Şamanizm dininin tamamının Türklerde görünmediği anlaşılır. Yukarıda da dediğim gibi nerdeyse aynı coğrafyada yaşadıkları için Şamanizm dini ile etkileşmişlerdir. Türklerin “Gök-Tengri” olarak adlandırılan dine inandığının ise birçok kanıtı bulunmaktadır. Göktürk kitabeleri, yaşadıkları çevredeki yüksek mevkilere ibadet anıtları dikmeleri bunlardan bazılarıdır. “Şamanizm inancının doktrine göre; bir din olara...

Son Zamanlarda İzlediğim Filmler

Bu yazıyla beraber ara ara izlediğim filmlerle ilgili görüşlerimi yazacağım ve onlara 1 ile 5 arasında bir puan vereceğim.  1- Good Will Hunting Psikolojik gerilimlerin bolca yer bulduğu bir filmdi. Aslında ilk başlarda pek bir anlam veremedim. Arkadaşımla tartıştıktan sonra daha iyi anladım. Filmi izlememin sebebi ise Robin Williams. Her ne kadar ismini zor aklımda tutsam da oyunculuğunu çok aşırı sevdiğim biri.  Bu filmde de oyunculuğunu konuşturmuş ki e n iyi yardımcı oyuncu oscarını almış bu filmle.  Ben bu filme 5 üzerinden 4 veriyorum. Çünkü Robin Williams. Herkesin aksine filmin hikayesini biraz sıkıntılı buldum. Yani en azından benim için öyleydi çünkü anlatmak istediğini verebildiği düşüncesinde değilim.  2- Masumiyet Zeki Demirkubuz'un kültleşmiş filmlerinden biri olduğu söylenmesi üzerine hadi izleyeyim dediğim bir filmdi. Yeşilçam filmlerine benzettiğim filmin bence en güzel tarafı oyunculuklar idi. Özellikle Haluk Bilginer ve Güven Kıraç'ın o...

Bana, Orhan Veli'ye ve İstanbul'a Dair-2

Şu gürültülü ve karınca misali sürekli hareket halinde olan İstanbul’u bir adım geriden izlediğimiz zamanlarda hangi birimizin aklına onun “İstanbul’u Dinliyorum” şiirindeki mısraları gelmiyor ki. Ne güzel demiş Orhan Veli şiirinde: “… İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı; Serin serin Kapalıçarşı Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa Güvercin dolu avlular Çekiç sesleri geliyor doklardan Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları; İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı; Başımda eski alemlerin sarhoşluğu Loş kayıkhaneleriyle bir yalı; Dinmiş lodosların uğultusu içinde İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı…”  Her bir adım geri çekilip gerçek İstanbul’la baş başa kaldığım da bu şiirler yüzleşirim. Bu   yüzleşmelerime kulaklığımda Fazıl Say ve Seranad Bağcan’ın şarkılarından olan ve Orhan Veli’nin “İstanbul’u Dinliyorum” şiiri kullanılarak bestelenen “İstanbul’u Dinliyorum” şarkısı şahit olurdu. Bu yüzleşmeler bazen çok zevk verirdi. Oturur ve...