Ana içeriğe atla

Kitap Okuma Serüveni


Kitap okumaya sanırsam lise iki ya da üç de öğrenim görürken başladım. Tam hatırlayamamakla birlikte o zamanlarda olması gerekiyor. İlkokul birinci sınıfta tanıştığım ve halen en yakın arkadaşım olan Hikmet sayesinde başladım diyebilirim. Lise döneminde Antakya’da tek yaşarken birçok farklı karakterle arkadaşlıklar yaptım, birçok farklı ortama girdim. Bu şartlarda pek çok farklı ortam deneyimledim. Fakat hayatımı en derinden etkileyen olay, o farklı karakterlerden en eskisinden geldi diyebilirim. Lise sıralarında Hikmet çok fazla kitap okurdu. Onun yanına her gittiğimde çalışma masasının üstünde kitaplar olurdu. Kitapla haşır neşir olmam orada başladı diyebilirim. Sonrasında Antakya Cemil Meriç Halk Kütüphanesi’ne dadanma dönemi başladı tabii. Haftalık kitaplar alıp okumalar yapar, arada kitapları zamanında götürmez, cezalar alırdık. O zamanlardan anı olsun diye kütüphane kartımı saklardım ta ki geçen seneye kadar. Cüzdan da ne var ne yok diye bir kontrol esnasında kütüphane kartının kırıldığını gördüm. Cüzdanın eğilip bükülmelerinden zarar görmüş olmalıydı. O sıra fevri bir karar ile biraz da ben kırıp çöpe attım. Şimdi düşünüyorum da tamir edip ya da ettirilip saklanabilirdi. 

Neyse biz konumuza geri dönelim. Cemil Meriç Halk Kütüphanesi’ne dadanmamız bana ve sanırsam Hikmet’e büyük pencereler açmıştır. Raflar arasından istediğimiz kitapları bulmaya çalışırken bile yepyeni daha önce adını sanını duymadığımız kitaplarla karşılaşır içini kurcalamaya başlardık. Sadece bu olay bile o büyük pencereleri açmaya vesile olmuştur. Ama tam bu noktada işin şu boyutunu gözden kaçırmıştık. Şimdi geriye bakınca anlıyorum. O incelediğimiz kitapları direkt alıp okumaya başlamıyorduk. Kütüphaneye gelirken aklımızda olan eserleri alıp çıkıyor orada incelediklerimizi de sıraya ekleriz diyorduk lakin o kitaplar sadece orada incelendiğiyle kalıyordu en azından benim için. Kütüphaneden kitap alıp okurken Hikmet’e ciddi anlamda özenirdim. Hikmet muntazam bir sıra ile okumalar yapar sadece bir sonraki kitabını değil 5 kitap sonra okuyacağı kitabı bile önceden belirlerdi. Bu beni hep etkilemiş olmasına rağmen galiba benim yapıma da pek uygun değildi. Ben daha çok bir sonraki kitabı belirlemek için okuduğum kitabı bitirir, sonra hangi kitaba okuyacağıma karar verirdim. Hatta bazı zamanlar kütüphane dadanmalarında almak istediğim kitabın yanında orada ilgimi çeken ikinci bir kitabı alırdım ve eve geldiğim de asıl okumam gerektiğini değil diğerini okurdum. İş böyle olunca asıl okuma sıramı hiç yerine getiremezdim çünkü arada bu tip tatlı mı tatlı kaçamaklar yapardım.

Kitap okumaya başlamadaki etkisi için Cemil Meriç Halk Kütüphanesi’ni betimlemek istiyorum. Öncelikle kütüphanenin ismi Cemil Meriç olması, insanı ister istemez Cemil Meriç okumaya sürüklüyordu. “Ya hu kim bu Cemil Meriç? Ne iş yapar?” gibi sorular sorduruyordu kesinlikle. Kütüphanenin içinde tam bir mistik hava hâkim olurdu. Kalem, silgi ve birkaç bilgisayar sesinden başka satranç taşlarının sesleri olurdu. Ana giriş kapısının tan karşısında bir koltuk ve genellikle o koltukta oturan bireyler olurdu ben o kütüphaneye gittiğimde. O koltuğa kadar ilerledikten sonra koridor sola doğru uzar ve hemen sağdan da ikinci kata çıkmak için merdivenler bulunurdu. Sola doğru uzanan koridordan devam ettiğinizde sağ tarafta çocuk kitaplarının olduğu bölüm sol tarafta ise bütün dadanmalarımızın yüzde seksenine ev sahipliği yapmış genel kütüphane bölümü bulunmaktaydı. İşte tüm anlattığım hikâye orada geçti. Dört tarafı kitaplık olan bu odanın ortasında çalışma masaları, girişin hemen sağında satranç oynama yerleri bulunmaktaydı. Odaya girişin hemen karşısında ise kütüphane sorumlusunun masası ve arkasında kocaman bir kitaplık vardı. O kitaplıkta genellikle kütüphaneye teslim edilmiş ve gereken işlemlerden sonra tekrar raflardaki yerine dönmeyi bekleyen kitaplar olurdu. O kitaplara hep üzülürdüm. Kaç farklı insanın hayatına giriyor, bırakabileceği tüm etkiyi bırakmaya çalışıyor ve sonra tüm yaşanmışlıkları adeta yok sayarak geri kütüphaneye raftaki yerine dönüyordu. Kitap almaya başlama ve kendi kütüphanemi oluşturma düşüncesi böyle bir düşünce içinde patlak vermişti. Bu odanın en sevmediğim yanı çalışma masalarından ve çalışma masalarını kullananlar yüzünden kitaplara kolay ve rahatça bakamıyorduk ve bu bizi çok rahatsız ediyordu. Özellikle ergenlik dönemin de getirdiği etki ile birçok kere sakarlıklar atlatmış ve çalışan bireyleri rahatsız etmişliğimi hatırlıyorum.

Bunların yanı sıra oradan alıp okuduğum bazı önemli kitapların listesini aşağıya bırakacağım. 2014 Mart’ında başlayan Cemil Meriç Halk Kütüphanesi’ne dadanma serüveni 2016 Ağustos’unda bitti. Sonrasında üniversite yılları başladı ve yavaş yavaş kendi kütüphanemi kurmaya başladım. Şu an yaklaşık 250-270 kitaplık bir kütüphanem bulunmakta. Biliyorum bu sayı az hatta çok az. Bu sayının ben vefat etmeden 4 bini geçmesi umuduyla. Neden 4 bin diye soracak olursanız da şöyle açıklayayım. Biliyorsunuz ki Gazi hayatı boyunca tam 3997 (üç bin dokuz yüz doksan yedi) kitap okumuş. Bu sebepten dolayı 4 bin kitap okumak istiyorum.

Cemil Meriç Halk Kütüphanesi’nden Aldığım Bazı Önemli Kitapların Listesi ve Aldığım Tarihler

1-      Faruk Nafiz Çamlıbel, Han Duvarları, 15. 03.2014

2-      J. Alan Rowe, Yaratıcı Zeka, 20.09.2014

3-      Necip Fazıl Kısakürek, Yunus Emre, 11.10.2014

4-      Sait Faik Abasıyanık, Kayıp Aranıyor, 11.10.2014

5-      Necip Fazıl Kısakürek, Çerçeve 2, 13.04.2015

6-      Orhan Pamuk, Beyaz Kale, 28.04.2015

7-      Orhan Kemal, Devlet Kuşu, 13.05.2015

8-      Orhan Kemal, Evlerden Biri, 13.05.2015

9-      Orhan Pamuk, Sessiz Ev, 31.07.2015

10-  Orhan Kemal, Avare Yıllar, 12.10.2015

11-  Cemil Meriç, Bu Ülke, 02.11.2015

12-  Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, 02.11.2015

13-  Jules Verne, Madenin Esrarı, 02.12.2015

14-  Orhan Kemal, Bereketli Topraklar Üzerine, 16.12.2015

15-  İbn-i Sina, İşaretler ve Tembihler, 08.08.2016

16-  İsmet Özel, Üç Zor Mesele, 08.08.2016


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

40. Yazıya Özel Eski Türklerde Sayı Anlamlarının Çıkış Noktaları (3,7,40)

Eski Türklerin dini neydi? İlk bu soru ile başlamak gerekiyor sanırım. Eski Türklerin dini bazı araştırıcılara göre “Gök-Tengri” dini, bazılarına göre ise “Şamanizm” idi. Eski Türklerin yaşadığı coğrafya düşünüldüğünde Şamanist dinlerin yaşadıklarını görebiliriz fakat bu Türklerin Şamanist dinlere mensup olduğunu ispatlamakta yetersiz kalmaktadır. Nerdeyse Şamanizm’in yayıldığı topraklar ile Türklerin toprakları örtüşmektedir. Bu da doğal olarak Türklerin, Şamanizm olarak adlandırılan dine mensup oldukları iddiasını ortaya çıkarmıştır. Fakat İslam öncesi kaynakları incelediğinde Şamanizm dininin tamamının Türklerde görünmediği anlaşılır. Yukarıda da dediğim gibi nerdeyse aynı coğrafyada yaşadıkları için Şamanizm dini ile etkileşmişlerdir. Türklerin “Gök-Tengri” olarak adlandırılan dine inandığının ise birçok kanıtı bulunmaktadır. Göktürk kitabeleri, yaşadıkları çevredeki yüksek mevkilere ibadet anıtları dikmeleri bunlardan bazılarıdır. “Şamanizm inancının doktrine göre; bir din olara...

Son Zamanlarda İzlediğim Filmler

Bu yazıyla beraber ara ara izlediğim filmlerle ilgili görüşlerimi yazacağım ve onlara 1 ile 5 arasında bir puan vereceğim.  1- Good Will Hunting Psikolojik gerilimlerin bolca yer bulduğu bir filmdi. Aslında ilk başlarda pek bir anlam veremedim. Arkadaşımla tartıştıktan sonra daha iyi anladım. Filmi izlememin sebebi ise Robin Williams. Her ne kadar ismini zor aklımda tutsam da oyunculuğunu çok aşırı sevdiğim biri.  Bu filmde de oyunculuğunu konuşturmuş ki e n iyi yardımcı oyuncu oscarını almış bu filmle.  Ben bu filme 5 üzerinden 4 veriyorum. Çünkü Robin Williams. Herkesin aksine filmin hikayesini biraz sıkıntılı buldum. Yani en azından benim için öyleydi çünkü anlatmak istediğini verebildiği düşüncesinde değilim.  2- Masumiyet Zeki Demirkubuz'un kültleşmiş filmlerinden biri olduğu söylenmesi üzerine hadi izleyeyim dediğim bir filmdi. Yeşilçam filmlerine benzettiğim filmin bence en güzel tarafı oyunculuklar idi. Özellikle Haluk Bilginer ve Güven Kıraç'ın o...

Bana, Orhan Veli'ye ve İstanbul'a Dair-2

Şu gürültülü ve karınca misali sürekli hareket halinde olan İstanbul’u bir adım geriden izlediğimiz zamanlarda hangi birimizin aklına onun “İstanbul’u Dinliyorum” şiirindeki mısraları gelmiyor ki. Ne güzel demiş Orhan Veli şiirinde: “… İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı; Serin serin Kapalıçarşı Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa Güvercin dolu avlular Çekiç sesleri geliyor doklardan Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları; İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı; Başımda eski alemlerin sarhoşluğu Loş kayıkhaneleriyle bir yalı; Dinmiş lodosların uğultusu içinde İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı…”  Her bir adım geri çekilip gerçek İstanbul’la baş başa kaldığım da bu şiirler yüzleşirim. Bu   yüzleşmelerime kulaklığımda Fazıl Say ve Seranad Bağcan’ın şarkılarından olan ve Orhan Veli’nin “İstanbul’u Dinliyorum” şiiri kullanılarak bestelenen “İstanbul’u Dinliyorum” şarkısı şahit olurdu. Bu yüzleşmeler bazen çok zevk verirdi. Oturur ve...